21 Mayıs 2016 Cumartesi

HALK




Çarşamba günü kızlar ''Hadi Eminönü'ne rööportaj yapmaya gidiyoruz'' dedi ve yola koyulduk. hayal ettiğimiz insanların Yunus hakknda yada Od ve İskender Pala hakkında neler bildiklerini öğrenmekti. Ama çoğu kişi video teklifini kabul etmedi ver tersleyenler oldu. Bu bizim hevesimizi bıraz kırdı ama birkaç insandan Yunus hakkında doğru yanlış birşeyler duymak yine de eğlenceliydi. Yunus'un çok popüler olduğunu düşünürdüm. Öyle tabi ama insanlar sadece adını ve Türk tarihinin önemli kişilerinden birisi olduğunu biliyor. Onlara sorduğumuzda bizim de bilmediğimiz ilginç bilgiler ve yorumlarla Yunus'u halkımızdan dinlemek isterdim açıkçası...
Son çare bu küçük heykelcik oldu. En azından konuşamadığını bildiğimiz için hayal kırıklığına uğramadık. Ya konuşabilen ama konuşmayanlar?
Ayrıca turist bir abla vardı ona da selam olsun okadar İngilizce sınırlarımı zorlayıp Yunus Emre'yi sordum ve ''bilmiyorum'' dedi...

20 Mayıs 2016 Cuma

MOLLA KASIM





Harika bir romandı...
Her kitap ders çıkarılmak için yazılmamıştı ama ben bu dercede der çıkardığım bir kitap da okumamıştım.
Yani Molla Kasım kaç bin kere belki lanet etmiştir o şiirleri yaktığı için.
Ama iyi ki de yakmış.
Yoksa belki biz Yunus'un ,İsmail'in hayatını öğrenemeyecektik.
Tarih de gömülen bir sır olarak kalacaktı. 
Kitabın bana en iyi öğrettiği şeyde buydu.
Yanlış birşey yaptığını ve hata ettiğini düşünüyorsan sabret, bu yanlışının da elbet bir sebebi vardır ve karşılığını iyi şekilde alabileceğin gün gelecektir.
Hiçbir zaman lanet etme.
Her zaman şükret...

TURAKÇIN ve SAMUEL




     
             ''Yaran-ı safa, aşık Yunus, görür müsün şu cennet bhçeleri ne güzel bahçeler imiş!''


63 yaşından sonra sünnet olan yaşamı tamamlamsı üzerine gözlerini tedavi etmemesi bana Ahmet Yesevi'yi hatırlattı. Oda geri kalan ömrünü bir mezar da geçirmişti. Belki de tasavvufun son seviyesine erişmek budur.

Yıllardır birbirini arayan baba-oğul. Biri özlemine aşkı katarak diğeri ise öfkeyi. Yani Yunus oğlunun yerini bulup kavuşmasını beklemiştim. Ama bunca yıl aradıktan sonra tesadüfen karşılaşmaları beni olumlu anlamda şaşırttı. Allah en yakın dostunu ondan alıp oğlunu bağışladı. Tahtadan sopasını kılıca dönüştüren Turakçın İsmail'in oğlu olduğunu anlamış ve Yunus'a kavuşması için kendini dostunun oğlunun oklarına feda etmişti. Yunus'u görmeyen aşık oldum demesin demiştim. Turakçın'ı görmeyen de gerçek bir dostum demeden önce bir düşünmeli bence...


İsmail'in aklındaki Tanrı'yla ilgili sorular kısa zamanda son buldu. Çünkü babasına kavuşmuştu. Derdi bittiği için ümitsizliğe düşüp sonuçları bir şeye yüklemesine gerek yoktu. Korkmasına da gerek yoktu. Gerçi Yunus ile Arn Usta bile karşılaşsa eminim müslüman olurdu...

SAMUEL ve GEYİKLİ BABA




   
         ''Madem Allah Kerim'di ve kulun işini onarıyordu, neden benim işlerimi hep bozuyor?!''



Babasına olan öfkesinin dışa vurumu biraz zayıflamış gibiydi. Çünkü dediği gibi artık dert etmesi gereken bir yeni bir ihanet vardı. Yani yıllarca yoldaşınız olmuş bir insanın sizi bir kadın uğruna hiçe sayması affedilir birşey değil. Dinlediği türküden söyleyen çok güzel olduğu için yada müziği çok sevdiği için etkilenmemişti. Bence Allah'ın yardımı ile babasından ona gönderilen bir mesaj gibiydi. Ve babasının sözleri onu ağlattı. Tanrı'nın işleerini bozduğunu söyledi ama belki de Allah'a kendini adayıp, sorgulamasında başarılı olabilseydi çok daha önceden Allah onu babasına kavuştururdu.



                                                       ''Size ölüm var mıdır?''
                                                       ''Ölümsüz yer var mıdır''


İnsanları sevmek... Hiç bu açıdan bakmamıştım. Yani hepimiz Allah'ın üfürdüğü birer nefesiz. Bizim kalplerimize sevgiyi koymuş olmasının nedenini tam olarak hiç merak etmemeiştim. Her birimiz onun birer parçasıyız ve bribirimizi sevdikçe onun bir parçasını sevmiş oluyoruz ve bütün bunları sevdikçe Allahın güzelliğinden bir parça sevmiş oluyoruz yani. Allah'ı sevmek önce yarattıklarını sevmekle başlıyormuş...
Yine tabiatla iletişim kurmak. Demek ki nsan bazen kendi cinsinden bulamadığını küçük sarı bir çiçekte bulabiliyormuş.

SAMUEL ve ÇOBAN

                              



                                   ''Ben senin oğlunum, eğer o sen isen veya sen o isen...''



        Dışına babasına olan öfkesini bukadar vurup da içinde kat kat daha fazla olan özlemini saklamasını anlayamıyordum. Belki de affetmeye çoktan razı olduğu için kendine kızıyordu. Ve babası onu ararken o da babasını arıyordu. 

        İsmail'den Yunus'a olan bir mektup anca bukadar güzel yazılabilirdi.Aslında Samuel'in tüm arayışları ve özlemi bu mektup da açıkça belli. Arn Usta 'nın yanına bir daha dönmeyip eşkıya gibi yaşamasına rağmen asla kadınlara ve  çocuklara zarar vermemiş haksız yere zulüm işlememişti. Yani her nekadar Tanrı'dan kopmuş olsa bile içinde kalan bu belirtiler belki de babasından ona kalan sayılı şeylerden biri olsa gerek. Babasından geriye kalan bir şey daha var o da benzerlikleri. Zaten birbirlerini bulmalarına sebep olan şey büyük ölçüde fiziksel benzerlikleriydi.



                                                    ''Ağlatırsa Mevla'm yine güldürür''


        Evet Yunus. Senin mısraların dağdaki çobana bile ulaşmıştı. Yani bak yıl olmuş 2016 bana bile ulaşmış 1300'lerden. 
       Sitare'nin dediğinin yıllar sonra doğru çıkması beni etkilemişti.İnsanlar maddeden ümidi kesince manaya yöneliyorlardı. Ama Bozkır artık temiz ve güvenli olduğu için yani para çoğaldığı için dergahlar artmasına rağmen kişiler azalıyordu. Nasıl bir nefse sahipsek bir yolunu bulduğu zaman hemen bizi ele geçiriyor. Romanda hep hayal ettiğim birşey de yer alıyordu. Tabiatla sohbet halinde olmak. Yani hayvanları anlamak, ağaçları anlamak gibisinden. Çocukken de hep böyle bir özel gücüm olsun istemişimdir. Meğersem takvaya sahip olanlarda bolca varmış bu özel güç :)

IŞIK / ZAHİR BABA



 
     ''Allah bazen kederi kalplere bir sır diye koyar Yunus'um, kalplerin en karanlık köseşine...''



        Yunus doğduğu köyü yeniden onardı ve yaşanabilecek bir yer haline getirdi. Bu zamana kadar okuduğum bölümler hep Yunus'un derviş olmak için aydınlanmasıydı. Bundan sonrası ise Derviş Yunus olarak etrafını aydınlarması olacak. Abakay dervişten öğrendiği şeyleri kullanması, köyü yeni yurt haline getirmesi gerçekten dergahtan çok fazla şey öğrendiğinin kanıtıydı.Farkettim de hikaye boyunca Yunus hep gezdi, hep dolaştı. Ve birçok dost edindi. Hepsinden birşeyler öğrendi yada öğretti. Bu da demek oluyor ki dervişler miskin miskin oturur diye birşey yokmuş. Adam tüm Anadolu'yu dolaştı yani.


        Bu dünyada herkesin bir sırrı ve hikayesi vardır. Bu romanda fazla şekilde bunlara rastladım. Çok sayıda dert gördüm, bir okadar da derman arama yollarına şahit oldum. Kimin yolu doğru kimin yolu yanlış belli oluyor zaten. Ayrıca Yunus ve dervişler için sözün öneminin çok büyük olduğunu anladım. Bize konuşmanın, sohbet etmenin dertleri azaltacağını yazar her zaman vurgulamaktan memnundu.

BAYBARS




   ''Bir aynaya iki surat, bir Kabe'ye iki ilah olmaz. Sen gönül kabeni başka yerde kur. Bundan gayrı         sen artık 'Şeyh Yunus' oldun.''



        Yunus'un şiirlerinin çoğalması, Horosan erenlerinin dualarından nasiplenmeleri ve kuyuya düştükten sonra iyileşmek için geçen zamanda ibadetleri ile Allah'a daha çok bağlanması zaten artık kendi dergahına sahip olmasının hazırlıklarıydı. Bozkır artık Sitare'yi ve çocuklarını kaybettiği zamana benzemiyordu. Barış gelmiş, topraklar yaşanır hale gelmişti. Tapduk asasını bulduğu yerde dergahını kurmasını ve orada insanlara öncü olmasını istemişti. Ve Yunus'un gönül Kabe'si inşa edeceği yer doğduğu yerdi. O topraklardan ayrılırken elinde hiç bir şeyi kalmamıştı. Fakat gönüllere girmek için geri döndüğünde belki de elinden çıkan maddi şeylerin yüz katı manevi olarak ona yüklenmişti.